Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe” adıyla bilinen konuşması, yukarıda tanıttığımız Nutuk adlı ünlü tarihî büyük eserinin sonunda yer alır. Yani, 15 Ekim’den 20 Ekim 1927’ye kadar süren konuşmasının son paragrafı veya sonuç bölümüdür. Gençliğe Hitabe, belki okullarda, resmî dairelerde müstakil olarak çerçevelenip duvarlara asıldığı için, Nutuk’tan ayrı bir metin gibi değerlendirilmekte veya öyle zannedilmektedir.
Gençliğe Hitabe, müstakil bir metin olarak değerlendirildiğinde de kendi içinde mutlaka önemli bir anlam ifade etmektedir. Ancak, onun anlamını ve taşıdığı değeri daha iyi anlayabilmek için, Nutuk’un bütünlüğü içinde düşünmek gerekir. Çünkü, Gençliğe Hitabe bir sonuçtur.
Gençliğe Hitabe, Nutuk’un “Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet” başlığını taşıyan bölümünde yer almaktadır. Bu bölümde Hitabe’den önce Nutuk’u özetleyen şu cümleler bulunmaktadır:
“Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem, kendimi bahtiyar sayacağım."
Efendiler, bu beyanatımla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.”
Bu cümlelerden sonra, “Ey Türk gençliği!” diye başlayan Hitabe başlar.
Atatürk’ün “fikir babam” dediği Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğinin fikir teorisini ve uygulama plânlarını ortaya koyduğu ünlü eseri Türkçülüğün Esasları’nı (1923) şöyle bitiriyordu:
“Ey bugünün Türk genci! Bütün bu işlerin yapılması, asırlardan beri seni bekliyor.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de, “millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni Türk Devletini” nasıl kurduğunu anlattığı eserini (Nutuk), şöyle bitiriyor:
“Bu neticeyi (sonucu), Türk gençliğine emanet ediyorum.”
Ziya Gökalp, Türk gençliğini göreve çağırıyordu. Atatürk ise Türk gençliğini, kurmayı başardığı millî ve çağdaş Türk Devletini, “ilelebed muhafaza ve müdafaa”ya, yani elde edilen sonucu “korumaya” çağırmaktadır.
Atatürk’ün Türk gençliğine korunması için emanet ettiği “netice” (sonuç), “Türk istiklâli” ve “Türk Cumhuriyeti”dir. Gençliğe Hitabe, “Türk istiklâli” ve “Türk Cumhuriyeti” kavramları üzerine kurulmuş bir metindir. Atatürk, ısrarla bu iki kavram üzerinde durarak bu iki kavramın “muhafaza” ve “müdafaa” edilmesini istemektedir. Çünkü, bu iki kavram, “asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.” Yani kolayca elde edilmemiştir. İstiklâl Savaşı da bu kavramlar veya değerler için yapılmıştır. Zaten Nutuk, baştan sona, bunlara nasıl ulaşıldığını, İstiklâl ve Cumhuriyet’in nasıl elde edildiğini anlatmaktadır.
“Türk istiklâli” ve “Türk Cumhuriyeti”, Türk milletinin dolayısıyla Türk gençliğinin var olma ve var kalma sebebidir. Bu kavram veya değerler olmadan Türk milletinin yaşaması, dünya üzerinde böyle bir milletin bulunması mümkün değildir. Atatürk’ün, Türk gençliğinden “ilelebed” (dünya durdukçaebediyensonsuza kadar) korumasını ve gerektiğinde de savunmasını istemesinin sebep ve gerekçesi budur.
“Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.” cümlesi, onun gerekçesini belirtir. Bu cümledeki “yegâne temel” ifadesi, ısrarın önemini anlatır. Çünkü Türk milletinin var olması ve var kalması, yani sonsuza kadar yaşaması için başka bir yol, başka bir seçenek yoktur.
Burada hemen aklımıza bir soru gelmektedir veya gelmelidir. “Bir milletin istiklâli, dolayısıyla da istikbali nasıl korunur, korunabilir?” Korunacak olan istiklâl, milletin özel olarak da Türk milletinindir. Milletin istiklâlinin korunması, İstiklâl Savaşı’nda olduğu gibi, her zaman silahlı savunma ile olmaz. Savunma son çaredir. Savunma mecburiyeti olmadan önce, korunma muhafaza söz konusudur. Burada önce muhafazası söz konusu olan varlık, Türk milletidir. Millet, bir kültür birliğidir. Dünya insanlığını milletler topluluğu haline getiren ve öyle yaşatan özel kültürleridir. İnsanları millet dediğimiz sosyolojik topluluk haline getiren, “millî kültür”leridir. O halde, millet varlığını korumanın en tabiî yolu, millî kültürü korumak ve yaşatmaktır.
İşte bu sebep ve gerekçeden dolayı Atatürk, millî kültürcüdür. 1933’te Cumhuriyet’in onuncu kuruluş yılında yaptığı konuşmada, özel adıyla “Onuncu Yıl Nutku”nda, kurup bize emanet bıraktığı Cumhuriyetten, “temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti” diye bahseder.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.”
“Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direği olarak kabul ediyoruz”
“Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.”
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz; Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.”
vb sözleri, Atatürk’ün Türk istiklâlinin ve Türk Cumhuriyeti’nin korunması için gösterdiği yoldur. Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni emanet ettiği Türk gençliği, emaneti korumak veya koruyabilmek için millî kültür unsurları ile donatılmış, millî şuur sahibi olarak yetişmeli, yetiştirilmelidir.
Atatürk, çağdaş medeniyetin ortak insanlık değerlerine sahip olunmasını istemekle beraber, kozmopolit veya millî kültür ve değerleri hor gören veya reddeden bir hümanist değildir. O, dünya görüşünü, Türk milleti varlığına göre şekillendirmiş bir Türk milliyetçisidir. Nutuk’ta, “Biz her vasıtadan ancak ve yalnız bir tek temel görüşe dayanarak yararlanırız. O görüş şudur: Türk milletini medenî dünyada, lâyık olduğu mevkie yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha çok güçlendirmek...” deyişi bunun ifadesidir. Yani Atatürk, her şeyi Türk milleti açısından ve Türk milletine göre değerlendirir. Çünkü ona göre, “Esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.”
Üzerinde durduğumuz Gençliğe Hitabe’de de görüldüğü gibi, hedef kitle “Türk gençliği”dir. Bu Atatürk’ün fikir sistemindeki “cemiyet birimi” tercihidir. Öyle olmasaydı, “ey dünya geçliği” veya “ey işçi gençliği” veya “ey İslâm gençliği” vs. gibi bir hitap kullanırdı. İşte bundan dolayı, Atatürk, Türk milliyetçisidir. Büyük Türk Milliyetçisi fikir adamımız Ziya Gökalp'’n ifadesiyle de, "Türk milliyetçiliğinin en büyük adamıdır.” Çünkü, yine Z.Gökalp’a göre, Türkiye Cumhuriyetini kurmakla, “Türk milliyetçiliğine resmiyet kazandırıp onu fiilen tatbik” etmiştir.
Atatürk milliyetçiliği şöyle anlar ve tarif eder: “Türk milliyetçiliği, bütün muasır milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimaî heyetinin hususi seciyesini ve başlıbaşına müstakil hüviyetini mahfuz tutmayı esas sayar;” bu itibarla millî olmayan cereyanların memlekete girmesini ve yayılmasını istemez.”
Bu tarifte de dikkat edilirse, Türk sosyal yapısını koruma, esas alınmıştır.
Atatürk, Türk İstiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni emanet ettiği ve sonsuza kadar korumayı birinci görev olarak verdiği Türk gençlerinin nasıl yetiştirilmesi gerektiği konusunu da çok açık belirtmiştir:
“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin sınırı ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel, Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine ve millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir. Dünyanın milletler arası durumuna göre, böyle bir mücadelenin gerektirdiği ruhî unsurlarla donatılmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden meydana gelen toplumlara hayat ve istiklâl hakkı yoktur.”
Birinci vazife olarak, “Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni ilelebed muhafaza ve müdafaa” sorumluluğu yüklenen gençliğin bunu yerine getirebilmesi için, Türk olmaktan gurur duyan, Türk kültürüne sahip çıkan kısaca, Türk millî şuuruna sahip bir gençlik olması gerekir. Atatürk’ün istediği gençlik, millî kimlik ve millî duygulardan soyunmuş, kendisini dünyalı (!) hisseden kozmopolit bir gençlik değildir. Sözün tam anlamı ile “Türk’ün gençliği”dir.
Atatürk, “Türk istiklâli” ile birlikte (aynı değerde olmak üzere) “Türk Cumhuriyeti”nin de, Türk milletinin ve gençliğinin varlık sebebi olarak korunmasını ve savunmasını istiyor. Çünkü, “Cumhuriyet, ‘millî irade’ye dayanan rejimdir. Atatürk, İstiklâl Savaşını millî iradeye dayanmak suretiyle kazanmış ve ona tam şekil vermek için ‘Cumhuriyet’ rejimini kabul etmiştir. Padişahlık ile Cumhuriyet arasındaki fark, birincisinin ‘ferdî irade’ye, ikincisinin (Cumhuriyet’in) ise, ‘millî irade’ye dayanmasıdır. Buna göre Atatürk, ‘milletin mevcudiyeti’ için istiklâl ile beraber Cumhuriyetin de zarurî olduğuna inanıyor.”
Türk milletinin ve gençliğin “mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli” olan “Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti”, her zaman iç ve dış tehlikelere açıktır. “Hazine”nin her zaman hırsızın veya düşmanın ilgisini çektiği gibi, Türk milleti ve onun üzerinde yaşadığı vatan coğrafyası, düşmanların daha doğrusu sömürgeciemperyalistlerin ilgisini çekecektir. Tarihte olduğu gibi bundan sonra, gelecekte de Türk milletinin kötülüğünü isteyenler, memleketi işgal ve istilâ etmek isteyenler olacaktır; olması mümkündür.
Eğer, “günün birinde, Türk istiklâl ve Cumhuriyeti herhangi bir sebeple tehlikeye düşerse, onu savunmak için, uygun imkân ve şart bekleme; derhal vazifeye atıl” diyen Atatürk, bundan sonra, karşılaşılabilecek tehlikeleri canlı bir şekilde sıralıyor:
a) İstiklâl ve Cumhuriyet’e kastedecek düşmanlar, dünyada benzeri görülmemiş bir zaferin temsilcisi olabilirler. (Birinci Dünya Savaşı’nda böyle olmuştu)
b) Zorla veya çeşitli oyunlarla, vatanımızın bütün stratejik yerleri zaptedilebilir; orduları dağıtılıp memleketin her köşesi fiilen işgal edilmiş olabilir. (İstiklâl Savaşı öncesi böyle bir durumla karşılaşmıştık.)
c) Bütün bunlardan daha kötü ve tehlikeli olarak, ülkeyi idare edenler, gaflet, dalâlet ve hattâ hıyanet içinde olabilirler. Ayrıca bu idareciler, şahsi çıkarları için düşmanla işbirliği yapabilirler.
d) Memleket işgal edilir, idareciler düşmanla işbirliği yaparken, millet, bu olanlardan dolayı perişan ve yorgunbitkin olabilir. Yani olanlara karşı bir şey yapacak durumda olmayabilir.
Atatürk, memleketin, İstiklâl ve Cumhuriyet’in karşılaşabileceği ihtimalleri açık seçik sıralıyor. Bu sıraladıkları içinde, memleketi yönetenlerin gaflet ve dalâlet içinde bulunabileceklerini söylemekle beraber; aynı derecede hain olabileceklerine ihtimal vermiyor. Çünkü bu çok ağır bir ithamdır. Bunlar bizim içimizden çıkan, bizim yöneticilerimizdir. İşte bundan dolayı, “gaflet, dalâlet, hıyanet içinde bulunabilirler” demiyor. “Gaflet ve dalâlet” ten sonra “hattâ” edatını kullanıyor ve demek istiyor ki, “Biz yöneticilerimizin hain olacağını düşünmek istemeyiz, buna ihtimal de vermeyiz; ama yine de ihtimaller içinde en kötüsü olarak hatırlatmak gerekir.”
Atatürk, Gençliğe Hitabe’nin sonunda Türk gençliğine, “şartlar ne kadar kötü olursa olsun, var olmak ve var kalmak istiyorsan, verilen birinci vazifeyi yerine getirip, Türk istiklâl ve Cumhuriyeti’ni kurtarmak, senin için tek çıkar yoldur” , diyor.
Nutuk ve dolayısıyla Gençliğe Hitabe, şu cümle ile bitiriliyor:
“Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Bu cümlede, millete güven duygusu vardır. Türk gençliğinin var olmak ve var kalmak için dayanacağı kuvvet kaynağının yine kendi varlığında bulunduğu ifade edilerek, millete ve gençliğe “kendine inanma ve güvenme duygusu” verilmektedir.
Çünkü Atatürk kendisi de, Millî Mücadele’ye böyle bir kuvvet kaynağından güç alarak başladığını şöyle anlatıyor:
“Ben 1919 Mayısında Samsun’a çıktığım gün, elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte bu millî kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.”
“Ey Türk İstikbalinin evlâdı!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. “
Başka yerden kuvvet, destek, yardım arama; kuvvetin kaynağı kendine, milletine güvenmektir.
Tarih: 2016-03-02 01:57:19 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Gençliğe Hitabenin Anlamı Nedir
Gençliğe Hitabe, müstakil bir metin olarak değerlendirildiğinde de kendi içinde mutlaka önemli bir anlam ifade etmektedir. Ancak, onun anlamını ve taşıdığı değeri daha iyi anlayabilmek için, Nutuk’un bütünlüğü içinde düşünmek gerekir. Çünkü, Gençliğe Hitabe bir sonuçtur.
Gençliğe Hitabe, Nutuk’un “Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet” başlığını taşıyan bölümünde yer almaktadır. Bu bölümde Hitabe’den önce Nutuk’u özetleyen şu cümleler bulunmaktadır:
“Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem, kendimi bahtiyar sayacağım."
Efendiler, bu beyanatımla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.”
Bu cümlelerden sonra, “Ey Türk gençliği!” diye başlayan Hitabe başlar.
Atatürk’ün “fikir babam” dediği Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğinin fikir teorisini ve uygulama plânlarını ortaya koyduğu ünlü eseri Türkçülüğün Esasları’nı (1923) şöyle bitiriyordu:
“Ey bugünün Türk genci! Bütün bu işlerin yapılması, asırlardan beri seni bekliyor.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de, “millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni Türk Devletini” nasıl kurduğunu anlattığı eserini (Nutuk), şöyle bitiriyor:
“Bu neticeyi (sonucu), Türk gençliğine emanet ediyorum.”
Ziya Gökalp, Türk gençliğini göreve çağırıyordu. Atatürk ise Türk gençliğini, kurmayı başardığı millî ve çağdaş Türk Devletini, “ilelebed muhafaza ve müdafaa”ya, yani elde edilen sonucu “korumaya” çağırmaktadır.
Atatürk’ün Türk gençliğine korunması için emanet ettiği “netice” (sonuç), “Türk istiklâli” ve “Türk Cumhuriyeti”dir. Gençliğe Hitabe, “Türk istiklâli” ve “Türk Cumhuriyeti” kavramları üzerine kurulmuş bir metindir. Atatürk, ısrarla bu iki kavram üzerinde durarak bu iki kavramın “muhafaza” ve “müdafaa” edilmesini istemektedir. Çünkü, bu iki kavram, “asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.” Yani kolayca elde edilmemiştir. İstiklâl Savaşı da bu kavramlar veya değerler için yapılmıştır. Zaten Nutuk, baştan sona, bunlara nasıl ulaşıldığını, İstiklâl ve Cumhuriyet’in nasıl elde edildiğini anlatmaktadır.
“Türk istiklâli” ve “Türk Cumhuriyeti”, Türk milletinin dolayısıyla Türk gençliğinin var olma ve var kalma sebebidir. Bu kavram veya değerler olmadan Türk milletinin yaşaması, dünya üzerinde böyle bir milletin bulunması mümkün değildir. Atatürk’ün, Türk gençliğinden “ilelebed” (dünya durdukçaebediyensonsuza kadar) korumasını ve gerektiğinde de savunmasını istemesinin sebep ve gerekçesi budur.
“Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.” cümlesi, onun gerekçesini belirtir. Bu cümledeki “yegâne temel” ifadesi, ısrarın önemini anlatır. Çünkü Türk milletinin var olması ve var kalması, yani sonsuza kadar yaşaması için başka bir yol, başka bir seçenek yoktur.
Burada hemen aklımıza bir soru gelmektedir veya gelmelidir. “Bir milletin istiklâli, dolayısıyla da istikbali nasıl korunur, korunabilir?” Korunacak olan istiklâl, milletin özel olarak da Türk milletinindir. Milletin istiklâlinin korunması, İstiklâl Savaşı’nda olduğu gibi, her zaman silahlı savunma ile olmaz. Savunma son çaredir. Savunma mecburiyeti olmadan önce, korunma muhafaza söz konusudur. Burada önce muhafazası söz konusu olan varlık, Türk milletidir. Millet, bir kültür birliğidir. Dünya insanlığını milletler topluluğu haline getiren ve öyle yaşatan özel kültürleridir. İnsanları millet dediğimiz sosyolojik topluluk haline getiren, “millî kültür”leridir. O halde, millet varlığını korumanın en tabiî yolu, millî kültürü korumak ve yaşatmaktır.
İşte bu sebep ve gerekçeden dolayı Atatürk, millî kültürcüdür. 1933’te Cumhuriyet’in onuncu kuruluş yılında yaptığı konuşmada, özel adıyla “Onuncu Yıl Nutku”nda, kurup bize emanet bıraktığı Cumhuriyetten, “temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti” diye bahseder.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.”
“Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direği olarak kabul ediyoruz”
“Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.”
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz; Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.”
vb sözleri, Atatürk’ün Türk istiklâlinin ve Türk Cumhuriyeti’nin korunması için gösterdiği yoldur. Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni emanet ettiği Türk gençliği, emaneti korumak veya koruyabilmek için millî kültür unsurları ile donatılmış, millî şuur sahibi olarak yetişmeli, yetiştirilmelidir.
Atatürk, çağdaş medeniyetin ortak insanlık değerlerine sahip olunmasını istemekle beraber, kozmopolit veya millî kültür ve değerleri hor gören veya reddeden bir hümanist değildir. O, dünya görüşünü, Türk milleti varlığına göre şekillendirmiş bir Türk milliyetçisidir. Nutuk’ta, “Biz her vasıtadan ancak ve yalnız bir tek temel görüşe dayanarak yararlanırız. O görüş şudur: Türk milletini medenî dünyada, lâyık olduğu mevkie yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha çok güçlendirmek...” deyişi bunun ifadesidir. Yani Atatürk, her şeyi Türk milleti açısından ve Türk milletine göre değerlendirir. Çünkü ona göre, “Esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.”
Üzerinde durduğumuz Gençliğe Hitabe’de de görüldüğü gibi, hedef kitle “Türk gençliği”dir. Bu Atatürk’ün fikir sistemindeki “cemiyet birimi” tercihidir. Öyle olmasaydı, “ey dünya geçliği” veya “ey işçi gençliği” veya “ey İslâm gençliği” vs. gibi bir hitap kullanırdı. İşte bundan dolayı, Atatürk, Türk milliyetçisidir. Büyük Türk Milliyetçisi fikir adamımız Ziya Gökalp'’n ifadesiyle de, "Türk milliyetçiliğinin en büyük adamıdır.” Çünkü, yine Z.Gökalp’a göre, Türkiye Cumhuriyetini kurmakla, “Türk milliyetçiliğine resmiyet kazandırıp onu fiilen tatbik” etmiştir.
Atatürk milliyetçiliği şöyle anlar ve tarif eder: “Türk milliyetçiliği, bütün muasır milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimaî heyetinin hususi seciyesini ve başlıbaşına müstakil hüviyetini mahfuz tutmayı esas sayar;” bu itibarla millî olmayan cereyanların memlekete girmesini ve yayılmasını istemez.”
Bu tarifte de dikkat edilirse, Türk sosyal yapısını koruma, esas alınmıştır.
Atatürk, Türk İstiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni emanet ettiği ve sonsuza kadar korumayı birinci görev olarak verdiği Türk gençlerinin nasıl yetiştirilmesi gerektiği konusunu da çok açık belirtmiştir:
“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin sınırı ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel, Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine ve millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir. Dünyanın milletler arası durumuna göre, böyle bir mücadelenin gerektirdiği ruhî unsurlarla donatılmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden meydana gelen toplumlara hayat ve istiklâl hakkı yoktur.”
Birinci vazife olarak, “Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni ilelebed muhafaza ve müdafaa” sorumluluğu yüklenen gençliğin bunu yerine getirebilmesi için, Türk olmaktan gurur duyan, Türk kültürüne sahip çıkan kısaca, Türk millî şuuruna sahip bir gençlik olması gerekir. Atatürk’ün istediği gençlik, millî kimlik ve millî duygulardan soyunmuş, kendisini dünyalı (!) hisseden kozmopolit bir gençlik değildir. Sözün tam anlamı ile “Türk’ün gençliği”dir.
Atatürk, “Türk istiklâli” ile birlikte (aynı değerde olmak üzere) “Türk Cumhuriyeti”nin de, Türk milletinin ve gençliğinin varlık sebebi olarak korunmasını ve savunmasını istiyor. Çünkü, “Cumhuriyet, ‘millî irade’ye dayanan rejimdir. Atatürk, İstiklâl Savaşını millî iradeye dayanmak suretiyle kazanmış ve ona tam şekil vermek için ‘Cumhuriyet’ rejimini kabul etmiştir. Padişahlık ile Cumhuriyet arasındaki fark, birincisinin ‘ferdî irade’ye, ikincisinin (Cumhuriyet’in) ise, ‘millî irade’ye dayanmasıdır. Buna göre Atatürk, ‘milletin mevcudiyeti’ için istiklâl ile beraber Cumhuriyetin de zarurî olduğuna inanıyor.”
Türk milletinin ve gençliğin “mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli” olan “Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti”, her zaman iç ve dış tehlikelere açıktır. “Hazine”nin her zaman hırsızın veya düşmanın ilgisini çektiği gibi, Türk milleti ve onun üzerinde yaşadığı vatan coğrafyası, düşmanların daha doğrusu sömürgeciemperyalistlerin ilgisini çekecektir. Tarihte olduğu gibi bundan sonra, gelecekte de Türk milletinin kötülüğünü isteyenler, memleketi işgal ve istilâ etmek isteyenler olacaktır; olması mümkündür.
Eğer, “günün birinde, Türk istiklâl ve Cumhuriyeti herhangi bir sebeple tehlikeye düşerse, onu savunmak için, uygun imkân ve şart bekleme; derhal vazifeye atıl” diyen Atatürk, bundan sonra, karşılaşılabilecek tehlikeleri canlı bir şekilde sıralıyor:
a) İstiklâl ve Cumhuriyet’e kastedecek düşmanlar, dünyada benzeri görülmemiş bir zaferin temsilcisi olabilirler. (Birinci Dünya Savaşı’nda böyle olmuştu)
b) Zorla veya çeşitli oyunlarla, vatanımızın bütün stratejik yerleri zaptedilebilir; orduları dağıtılıp memleketin her köşesi fiilen işgal edilmiş olabilir. (İstiklâl Savaşı öncesi böyle bir durumla karşılaşmıştık.)
c) Bütün bunlardan daha kötü ve tehlikeli olarak, ülkeyi idare edenler, gaflet, dalâlet ve hattâ hıyanet içinde olabilirler. Ayrıca bu idareciler, şahsi çıkarları için düşmanla işbirliği yapabilirler.
d) Memleket işgal edilir, idareciler düşmanla işbirliği yaparken, millet, bu olanlardan dolayı perişan ve yorgunbitkin olabilir. Yani olanlara karşı bir şey yapacak durumda olmayabilir.
Atatürk, memleketin, İstiklâl ve Cumhuriyet’in karşılaşabileceği ihtimalleri açık seçik sıralıyor. Bu sıraladıkları içinde, memleketi yönetenlerin gaflet ve dalâlet içinde bulunabileceklerini söylemekle beraber; aynı derecede hain olabileceklerine ihtimal vermiyor. Çünkü bu çok ağır bir ithamdır. Bunlar bizim içimizden çıkan, bizim yöneticilerimizdir. İşte bundan dolayı, “gaflet, dalâlet, hıyanet içinde bulunabilirler” demiyor. “Gaflet ve dalâlet” ten sonra “hattâ” edatını kullanıyor ve demek istiyor ki, “Biz yöneticilerimizin hain olacağını düşünmek istemeyiz, buna ihtimal de vermeyiz; ama yine de ihtimaller içinde en kötüsü olarak hatırlatmak gerekir.”
Atatürk, Gençliğe Hitabe’nin sonunda Türk gençliğine, “şartlar ne kadar kötü olursa olsun, var olmak ve var kalmak istiyorsan, verilen birinci vazifeyi yerine getirip, Türk istiklâl ve Cumhuriyeti’ni kurtarmak, senin için tek çıkar yoldur” , diyor.
Nutuk ve dolayısıyla Gençliğe Hitabe, şu cümle ile bitiriliyor:
“Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Bu cümlede, millete güven duygusu vardır. Türk gençliğinin var olmak ve var kalmak için dayanacağı kuvvet kaynağının yine kendi varlığında bulunduğu ifade edilerek, millete ve gençliğe “kendine inanma ve güvenme duygusu” verilmektedir.
Çünkü Atatürk kendisi de, Millî Mücadele’ye böyle bir kuvvet kaynağından güç alarak başladığını şöyle anlatıyor:
“Ben 1919 Mayısında Samsun’a çıktığım gün, elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte bu millî kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.”
“Ey Türk İstikbalinin evlâdı!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. “
Başka yerden kuvvet, destek, yardım arama; kuvvetin kaynağı kendine, milletine güvenmektir.
Tarih: 2016-03-02 01:57:19 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx